“14 Şubat Dünya Öykü Günü” etkinlikleri kapsamında, Türkçe Bölümü’nün 7. ve 8. sınıf öğrencileri arasında düzenlediği “Öykü Yazma Yarışması”nda, 7/D sınıfından Eylül Ece ERDEM adlı öğrencimiz “Geçmişin Tilkisi” adlı öyküsüyle birinci seçilmiştir. Öğrencimizi tebrik eder, başarılarının devamını dileriz.
GEÇMİŞİN TİLKİSİ
Yaklaşık dört ay önce bir tilkiydim ben. Özgür, yabani, başına buyruk… İstediğimi yapar, istediğim yere giderdim. Güneşin ışınları altında parlardı upuzun, sonbaharı andıran tüylerim. Şimdi ise kürkümden ibaret varlığım, onu soğuktan koruduğum bir insana aitim.
Her şeyin bittiği o gün, normal bir gün gibi başlamıştı benim için. Alaca karanlıkta yattığım yerden kalkmış, güneşin ilk ışınları parlarken göle doğru yol almaya başlamıştım. Göle vardığımda güneş de tam olarak doğmuştu. Her sabah olduğu gibi o sabah da kana kana su içerken birkaç dakika boyunca yeni uyanmış doğayı seyrettim. Doğa tüm çıplaklığıyla benimdi. Sessizlik hakimdi her yere. Kendime geldiğimde özgürce koşmaya başladım. Neşem yerindeydi, hava güzeldi. Islak yüzümü hafifçe okşayan rüzgâr, yaprakları oradan oraya savuruyordu. Rüzgârdan cesaret alarak daha hızlı koştum. Nefesim kesilip durmak zorunda kalana kadar koştum. Sonsuzluğa koşuyordum adeta. O kadar güzeldi ki her şey. Doğanın bir parçasıydım ben! Doğa benimle, ben doğayla güzeldim. Bu esen rüzgâr, sesini iki saniye duysam tüm tasamı alacak göl, yerde kovalamaca oynayan yapraklar… Onlar olmasaydı da benim bir anlamım kalır mıydı? Ben olmasam doğa üzülür müydü, bitkiler solar, göl suskunlaşır mıydı? Bunları düşünmenin sırası değil, diyerek koşmaya devam ettim. Su beni doyuramazdı, o yüzden gidip av aramalıydım. Koştuğum için yorulmuştum, biraz soluklanmam gerekiyordu. Dinlendikten sonra avlanırım, diye düşündüm. Kafamı koyduğum gibi içimde nedenini anlamadığım bir huzursuzlukla pek de derin olmayan bir uykuya daldım. Uykudan kalktığımda etraf sakindi. Açlığımın verdiği içgüdüyle av aramaya koyuldum.
“Ava giden avlanır.” derler, bilirsiniz. Ben o ava farelerle, tavşanlarla döneceğimi zannederek gittim. Oysa son hatırladığım, kulaklarımdaki çınlama oldu. O ani korkuyla tüm gücümle koşmayı denemiştim. Çırpınmalarım boşunaydı. İniltili tiz sesim, bir süre gölde yankılandı. Dizlerim bir anda çöktü ve başım nemli çimlere düştü. Sonrası derin bir sessizlik….
Ölmüştüm. Bu kadar mıydı her şey? Son hissettiklerim bunlar mı olacaktı? Beni doğadan koparacak ne yapmıştım? İç güdülerim beni yanıltmamıştı bugüne dek, demek o da bacaklarım gibi zayıflamıştı.
Aklımda binbir türlü soru varken bir tanesi tüm soruları bulutlar gibi dağıtmaya yetti: Peki ya doğa, ne olacaktı şimdi ona? Her sabah mutlaka sesini dinlediğim göl, artık sustu mu? Ya yarıştığım rüzgâr, dindi mi? Yeşilin onlarca tonunu barındıran bitkiler solmuş mudur? “Hayır!” diye geçirdim içimden. “Doğanın sadece bir parçasıyım ben. Tek tek tükettikleri bir parçası… Bensiz de düzene uyabilirler.”
Eksilen çok parçasına tanık olmuştum yıllardır. Kuşların, tilkilerin, tavşanların, geyiklerin… Çınarların hatta göllerin nasıl tükendiğine tanık olmuştum senelerce. Uzun zamandır sıranın bana gelmesinden korkuyordum ama bu kadar çabuk geleceğini bilmiyordum. Artık o gölden, o yeşilden bir parça değilsem neydim artık ben ve bundan sonra ne olacaktım? Belli ki insanoğlunun umurunda değildi benim doğadaki varlığım. Belki zevk, gösteriş belki de para için avlamışlardı beni. Önümde iki seçenek vardı: Ya kürk olacaktım ya da burada terk edilip bir yem… “Yem olmayı tercih ederim. İnsanoğlunun bedeninde bir süs olmak, şu an isteyeceğim en son şey!” Kimse duyamazdı beni. Duymuyorlardı, duymayacaklardı.
Geçmişin tilkisiyim ben. Şimdiyse bir parça kürk. Sonbahar yaprakları rengindeki tüylerim artık parlamıyor eskisi gibi. Su içmiyorum kana kana, koşturmuyorum yeşil kırlarda. O koştukça cesaret aldığım rüzgâr bile bana korku salıyor. Aklımda, düşümde bir tek doğa varken mağrur omuzlarda sola sağa salınıyorum.
Merak ettikçe geride bıraktığım doğaya, kulak veriyorum insanoğluna. Kesilen ağaçlardan, keyif için avlanmalardan yorgun düşmüş doğa ana. Koşturduğum tepelerde çoktan kaybolmuş yeşil. Rüzgâr eskisi gibi esmiyor diye yapraklar bile dans etmiyormuş kırlarda. Eksildik gitgide. Bir parça yeşil, bir parça mavi. Benden kalan son bir parça…
Eylül Ece Erdem 7-D